TAKDİM
- Allah, Kur’an’da; kullarının niçin ve nasıl, kendisine kulluk yapmaları gerektiğini anlatmakta ve kulluk yapmaya en uygun hayât tarzının da İslam olduğunu bildirip onları eğitmektedir. Allah, özgür irâdeye sahip kullarına bu eğitimi gelişme dönemlerine uygun olarak ferdin, âilenin ve toplumun düzeni korunsun, kullarının zihnî ve bedenî bütünlükleri bozulmasın diye vermektedir. Bu eğitimde, kulun başarılı olması için onu, büyük bir ödül ile teşvik etmekte ve büyük bir cezâ ile de başarısızlıktan sakındırmaktadır. Allah, Kur’an’da, bu cezâdan sakınmayanları, akıllarını kullanmayışları sebebiyle aşağılamaktadır. Bu eğitime karşı çıkanların azâba uğrayacakları kesin bir şekilde belirtilmiş, örnek olması ve ibret alınması için bu dünyada da cezâlandırılanlar olmuştur. İnkârda ısrar eden toplumların uğradığı azaplar ve İsrailoğulları’ndan bir kısmının Allah tarafından, maymuna ve domuza dönüştürülmesi gibi.
- Bu eğitim, kulların, Allah ile ilişkilerini, kendi aralarındaki evlilik, âile, akraba, komşu, arkadaş ve çevre ile ilişkilerini ve bunlara âit hukuki konuları kapsamaktadır. Ayrıca bu eğitim, kulların, iktisadi faaliyetlerini, ne ve nasıl kazanç elde edeceklerini, ne ve nasıl harcama yapacaklarını, ne ve nasıl yiyip içeceklerini, toplum düzenini sağlayacak olan hukûkî hakların icrasını ve cezâların tatbikini, insanın tabiatla ilişkisini, devletlerarası ilişkileri ve bunlara âit hukûkî konuları da kapsamaktadır.
- Allah, Kur’an’da önce kendi zâtını insana tanıtır, sonra da insanlığın aşamalarını anlatarak, insanın kendisini, kendine tanıtır. Allah’ın ilk insanı yaratmasıyla başlayan insanlık, varlık âlemine dâhil edilmesinden sonraki süreçte, bir insan gibi doğup büyüyüp gelişmiş, bebeklik, çocukluk, ergenlik, delikanlılık, yetişkinlik dönemlerini aşarak, olgunluk dönemine ulaşmıştır. Allah Kur’an’da, ilk resûlden son, resûle kadar olan süreçte gereken en önemli şeyin yalnızca Allah’ın birliğine kulluk yapılması olduğunu vurgulamaktadır.
- Allah Kur’an’da hem muhatabın dikkatini canlı tutmak hem de muhatabın anlatılanı en iyi şekilde anlaması ve anlayışında eksiklik olmaması için muhatabın bildiği, anlatılan konuya benzer olaylardan, geriye dönüşlerle, tekrar tekrar örnekler verir. Tebliğe muhatap olanlara, daha önce kitap sahibi olarak bildikleri Sabiîler, Hıristiyanlar ve Yahudilerden bahsedilmesi de Allah’ın, ilk defa bir insana kitap indirmediği ve ilk insandan beri, temelde benzer emirlerin bütün insanlara verildiğinin şuuruna varılması içindir. Allah’a ortak koşanları uyarmak için de Mekkeli müşriklerin yerlerini bildikleri harabelerin, kendileri gibi Allah’a ortak koşanlara âit olduğunu ve sonucunda başlarına gelenleri ihtar mahiyetinde bildiren âyetler, resûlullah’ı da teselli etmekte, kendisinin bu zor görevi yerine getirirken yaşadığı sıkıntıların benzerlerini önceki resûllerin de yaşadığını göstermektedir.
- Resûlullah’ın yirmi üç sene süren Kur’an’ı tebliğ görevi beşeriyetin olgunluk dönemine denk gelen, insanlığın tedavi sürecidir. Cahiliyeden kasıt, toplum yaşantısı ve gerektirdiği kuralların yetersizliği değil, Allah’a ortak koşmak, O’nun birliğini kabul etmeyerek O’na kulluktan uzaklaşmaktır. Nüzul sırasına göre Kur’an, ilâhi çizgide konulan bir teşhisle, hafıza kaybına uğrayan insanlığa yönelik, hastaya ilk müdahaledir. Yangında ilk kurtarılacak olanlara yönelik talimatlardır. Kitabın ortasından başlamaktır. Çünkü Allah’ın birliğini ve yüceliğini tanımayana, O’nun emir ve yasaklarından bahsetmek doğru değildir. Tertip sırasına göre Kur’an ise hikmete işaret eder, sağlıklı insanın hasta olmaması için uyulması gereken kuralları verir.Ayrıca Allah’ın, Kur’an’ın vahyini beşerî nedenlere bağlı olarak yirmi üç yıla yayması, hem son resûle gelen emir ve yasakların eğitilen toplumun hafızasına kazınması, hem de Kur’an’ın tahrif edilme ihtimalini ortadan kaldıracak, onu kıyamete kadar korumaya alacak hafızlık kurumunun tesis edilmesi içindir.
- Allah’ın, Âdem (a.s.)’ı yaratması, ondan da hanımını var etmesi ve insanların bu şekilde çoğalıp yeryüzüne yayılması, vahdaniyeti vurgulamak içindir. Âdem (a.s.)’ın çocuklarının evlenmesi, insanlığın bebeklik dönemidir. Bu olay, bebeğin emzirilme dönemine benzer. Bugünkü insanlığın bulunduğu noktadan bu olaya bu şekilde bakılmadıkça, bu gerçeklikteki vahdaniyet vurgusu kavranamaz. Bu dönem Habil-Kabil’e kadar devam eder. Habil-Kabil, insanlığın çocukluk dönemidir, yaramazlıklar başlamıştır. Üstelik bu dönemde, kurbanların kabul edilip edilmediğinin bilinmesi gibi somut gerçeklikler üzerine eğitim devam etmektedir. Nuh (a.s.) ilk ergenlik dönemidir, egonun öne çıkmaya başladığı dönemdir. Bu dönem, Mûsâ’ya (a.s) kadar devam eder. Mûsâ (a.s.) dönemi, son ergenlik ve ergenlikten çıkış dönemidir. Egolar yerine oturmuş, kişilikler belirginleşmeye başlamıştır. Düzgün insan olmanın önüne engel olarak çıkan, kişiliği olumsuz yönde etkileyen aksaklıkların nasıl giderileceği gösterilmiştir. Bunlar da Kur’an’da bildirildiği şekliyle; tevazu sahibi olarak kibirden, vahdaniyete bağlı kalarak şirkten, dürüstlükten şaşmayarak yalandan, gıpta ederek hasetten, kanaatkârlıkla açgözlülükten, minnettarlıkla nankörlükten, cömertlikle cimrilikten, tutumlulukla israftan, sadâkatla ihânetten, saygı duyarak alaydan, iyilikle kötülükten, âhiret tutkusuyla dünyaya bağımlılıktan uzak durmak mümkündür. Bu dönem İsa’ya (a.s.) kadar olan süreyi kapsar. İsa (a.s.) dönemi, insanlığın Muhammed’e (a.s.) kadar süren ileri gençlik dönemidir, soyut kavramlar idrak edilmeye başlanmıştır. Muhammed (a.s) dönemi ise insanlığın olgunluk dönemidir. Hataların mâzeret kabul etmeyeceği ve telâfi sürelerinin kısıtlı olduğu yaşlara gelinmiştir.
- Kur’an’da; Allah’ın dilemesi ibâresi, hakkaniyetsiz bir keyfilik olmayıp yaratılışı itibariyle her şeyin temelde Allah’a âit olduğunu ve O’na rağmen bir şey yapılamayacağını ifade eder.
- Kur’an’da; yemin konusu kelimelerle vav-ı kasem arasında “rab” kelimesi vardır ancak yemin konusu kelimeye dikkat çekmek için idmar sebebiyle gözükmez. Örnek olarak ‘Andolsun tan vaktine’ ifadesi, ‘Andolsun tan vaktinin rabbine’ anlamındadır.
- Kur’an’da; 29 sûrenin başlangıcında görünen ve tekli, çiftli, üçlü, dörtlü, beşli tertipler hâlinde bulunan, hurûf-u mukattaa olarak isimlendirilen harfler, Arap alfabesindeki harflerin tamamını temsil etmekte olup “Bu Kur’an, bu harfleri ihtiva eden Arap alfabesi ile Allah tarafından indirilmiştir.” anlamına gelmektedir.
- Kur’an okurken bazen aynı konuda zıt âyetler varmış gibi gelmesi, Kur’an’ın evrensel oluşu ve her âyetin hükmünün kıyâmete kadar geçerli olacağından dolayıdır. Bunların öncelik sırası, Müslüman toplumunun içinde bulunduğu şartlara göre değişir. Ne var ki bazıları, her zaman güçlü bir İslâmî iktidar olacağı zannıyla, Kur’an’da, bazı âyetlerin neshine hükmetmiştir. Oysaki İslâmî idârenin olmadığı dönemlerde Müslümanların kâfirlerle olan ilişkilerini belirleyen ve bu konudaki zıt gibi görünen âyetlerin hükümleri, Müslümanların içinde bulundukları durumlara göre öncelik sırası alır. Müslümanlar için Allah’ın hükümleri her zaman geçerlidir, verilen örnekte görüldüğü gibi bazen İslâmî idârenin olmayışı veya zayıflayan inanç sebebiyle öncelik sırası değişir. Fakat Allah’ın hükümlerinin uygulanmıyor olması, hükümleri geçersiz kılmaz, sadece Müslümanları günahkâr yapar. Elbette ki modern dünyanın algılarına hapsolmuş bir zihin, Allah’ın emirlerine göre yaşa- mak yerine, Allah’ın emirlerini nefsin hoşlandığı yaşantıya uydurmaya çalışır. Böyle bir tavrın sonucu ise yaratıcıyı beşerî düzleme çekip onu bir kabile şefi olarak görmek, uyulması gereken dinî emirleri, tarihî, ırkî, bölgesel olarak algılamak, âyetleri, evirip çevirerek, Kur’an’ın bütünlüğüne zıt anlamlar çıkarmak veya bildirilen hükümlerin artık geçersiz olduğunu söylemektir. Bu tavır, münâfıklık değilse sadece şeytanî kibirdir.
- Bu meâl hazırlanırken, Zemahşerî’nin el-Keşşaf an hakaiki’t-tenzil ve ûyuni’l-ekavil fi vücûhit te’vil adlı eserinden ve onun eki olarak tab edilen İbn Hacer el-Askalânî’nin el- Kâfi’ş-şâf fi tahrîci ehâdisi’l-Keşşaf adlı (Beyrut 1947) eserinden ve de Zeccâc el-Bağdâdî’nin Meâni’l-Kur’an ve irâbühü adlı (Beyrut 1988) eserinden istifade edilmiştir.
- Bu meâlde, okuyucunun dikkati çekilmek istenen yerler koyu harflerle yazılmıştır ve Kur’an’ı ansiklopedik bakıştan kurtarmak için kitabın sonuna dizin eklenmemiştir. Kelime ve tamlamaların anlamları için yaşadığımız zamanın gerçekliğinden uzaklaşmadan ilk muhataplarının nasıl anladığı göz önüne alınmış ve öncelikle Kur’an’da açıklanan ve ıstılah hâline gelmiş olan anlamlar tercih edilmiştir. Kur’an’da hükümleri belirten âyetler, elbette ki açık ve anlaşılırdır. Bununla birlikte, Kur’an’ın icazından dolayı, bazı yerlerde, kelimelerin asıl anlamlarından farklı kullanılmış olmasına ve Kur’an’daki tenvinli kelimelerin çoğunlukla belirsizlik değil, ‘sıkıştırılmış dosya’ işlevinde olduğuna özellikle dikkat edilmiştir. Bu tenvinli kelimelerin anlamları, sözlük anlamlarından ziyade, bazen Kur’an âyetlerinin bütünlüğünde, çoğunlukla da geçtiği cümlenin, öncesindeki veya sonrasındaki ifadelerde bulunur.
Bu mealde, Arapçadan Türkçeye çeviride anlam karışıklığını ortadan kaldırmak için bazı gizli ve açık zamirler ile işâret isimleri, açık isim olarak kullanıldı. Deyimler, kinâyeler ve kapalı benzetmelerin çevirileri ise Türkçe karşılıkları varsa deyim ve benzetme olarak, böyle bir karşılıkları yoksa kast ettikleri manaya göre çevirileri yapıldı. Açık benzetmeler kelime anlamları ile bırakıldı. Kıyametin kopmasından, cennet ve cehennemliklerinin yerlerine ulaşmasına kadar olan süre, mahiyeti bilinmeyen tek bir gün içinde olacağı için hâdisenin meydana geliş sırasına göre kıyamet günü, diriliş günü, kavuşma günü, toplanma günü, derlenme günü, mutlular ve mutsuzlar günü, hüküm günü, fetih günü, ayrım günü, tasa günü olarak belirtilmiştir.